Hem sınırlı günümüz olduğu için, hem de Augsburg ile ilgili
çok olumlu yorumlar okumadığımızdan, burayı görmezsek bir şey kaybetmeyiz deyip
sadece konaklama için uğruyoruz. Otelimiz; Quality Hotel Augsburg. Bu sefer booking’den
daha uygun bir fiyatı, otelin kendi sitesinden yakalıyoruz ve rezervasyonu
direk otelden yaptırıyoruz. İki kişilik
oda için kahvaltı dahil 81 euro ödüyoruz. Otelin kahvaltısı sanırım Avrupa’da
şimdiye kadar denk geldiğimiz en şahane kahvaltı, ülkemizdeki 5* otellerin açık
büfesi gibi bir büfe kurulu. Hem kahvaltıdan, hem de odamızdan çok memnun
kaldık.
Augsburg’da konaklamamızın iki sebebi var, ilki Münih ve
Augsburg arasında kurulu Dachau Toplama Kampını görmek istememiz, ki romantik
yol seyahatimize hiç uygun olmadı bu. İkincisi de Octoberfeste denk gelmemiz. Hem
Münih’de bu dönem de konaklama çok pahalıydı, hem de bir sonraki sabah rotamıza
daha rahat devam edebilecektik Augsburg’da kalınca.
Augsburg, Münih arası yaklaşık 80 km. Dachau toplama kampı da
Münih’e 20 km mesafede, yani yolumuz üzerinde. Ben ne kadar karşı çıksam da, 3 e
karşı 1 oylama ile bütün itirazlarım reddediliyor ve kampa geliyoruz. Burası
Nazi Almanya’sında 1933 yılında açılan, 33 farklı ülkeden 200 bin kişiden fazla
mahkûmun olduğu, ilk düzenli toplama kampı. Giriş ücretsiz.
Gerçekten içeride insanlığınızdan utanıyorsunuz. Kamp terk
edilmiş bir mühimmat fabrikası arazisine kurulmuş. O zamanlar kamp, kamp alanı
ve krematoryum olarak iki ayrı bölümden ve 32 barakadan oluşuyormuş. Şu an ise 2
adet baraka içerisinde sağlı sollu hücreler, müzeye dönüştürülmüş bir bina,
kilise ve krematoryum var.
Diğer nazi kamplarında olduğu gibi burada da, yeni ilaçların
hastalar üzerinde denendiği deneyler, tüberküloz ve hipotermi deneyleri, basınç
odalarında yüksek irtifa deneyleri, aç ve susuz yaşamanın etkilerinin araştırıldığı deneyler gibi sonunda birçok kişinin öldüğü veya
sakat kaldığı deneyler esirler üzerinde yapılmış.
Kaçışları engellemek için kampın etrafı elektrikli teller,
hendekler ve gözetleme kulelerinin olduğu duvar ile çevrilmiş. 1945 yılında Amerikan kuvvetleri kampı dağıtmışlar, Dachau'ya geldiklerinde 30 vagon dolusu cesetle karşılaşmışlar. Aradan geçen 15 yıldan sonra,1960 yılında burası bir müzeye dönüştürülmüş. Burnumuzda krematoryumdan kalan yanık kokusu ve inanılmaz bir mide bulantısı ile gezimizi tamamlıyoruz.
Bu kasvetli havadan çıkıp, rotamızı Dünya’da ki en büyük ve
önemli festivallerden biri olan her yıl yaklaşık 6 milyon kişinin geldiği,
eylül ayının ortalarında başlayıp, iki hafta devam eden Münih'de ki Octoberfest’e
çeviriyoruz.
Dönme dolaplar, hız trenleri, korku tünelleri ile burası
devasa bir lunapark. İlk gözümüze çarpan yerel kıyafetleri ile gelen Almanlar.
Kadınların giydiği kıyafetler “dirndl” erkeklerin giydiği kıyafetler ise “lederhosen” deniliyormuş.
Tavuk, balık, sosis, domuz ürünleri, makarna gibi birçok
yiyecek alternatifi var, biralar mass denilen 1 litrelik bardaklarda servis
ediliyor.
Devasa bira çadırları kurulu ve her bir çadırda Alman bando
klasikleri ve Bavyera müzikleri çalınıyor. Değişik gruplar sahne alıyor. Bu
bira çadırlarına internetten rezervasyon yaptırabiliyorsunuz. Bizim geliş
saatimiz belli olmadığı için rezervasyon yaptıramadık ve çadırlara giremedik
maalesef, sadece kapıdan bakmakla yetindik. Ancak rezervasyonunuz olmasa da
açık alanda da bira içeceğiniz alternatif mekanlar bulunuyor.
Burası tam bir karnaval alanı, gerçekten çok eğleniyoruz.
Münih’e kadar gelmişken bir de şehrin merkezi olarak bilinen Marienplatz’a
gidiyoruz. Tarihi belediye binasının (Rathaus) bulunduğu, araç trafiğine kapalı,
sokak sanatçıları ile dolu bu caddede birkaç tur atıyoruz.
Saatlerimiz gece yarısını bulduğunda Augsburg’da ki otelimize
doğru yola çıkıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder