19 Kasım 2015 Perşembe

Augsburg - Dachau Toplama Kampı - Octoberfest

Hem sınırlı günümüz olduğu için, hem de Augsburg ile ilgili çok olumlu yorumlar okumadığımızdan, burayı görmezsek bir şey kaybetmeyiz deyip sadece konaklama için uğruyoruz. Otelimiz; Quality Hotel Augsburg. Bu sefer booking’den daha uygun bir fiyatı, otelin kendi sitesinden yakalıyoruz ve rezervasyonu direk otelden yaptırıyoruz.  İki kişilik oda için kahvaltı dahil 81 euro ödüyoruz. Otelin kahvaltısı sanırım Avrupa’da şimdiye kadar denk geldiğimiz en şahane kahvaltı, ülkemizdeki 5* otellerin açık büfesi gibi bir büfe kurulu. Hem kahvaltıdan, hem de odamızdan çok memnun kaldık.

Augsburg’da konaklamamızın iki sebebi var, ilki Münih ve Augsburg arasında kurulu Dachau Toplama Kampını görmek istememiz, ki romantik yol seyahatimize hiç uygun olmadı bu. İkincisi de Octoberfeste denk gelmemiz. Hem Münih’de bu dönem de konaklama çok pahalıydı, hem de bir sonraki sabah rotamıza daha rahat devam edebilecektik Augsburg’da kalınca.

Augsburg, Münih arası yaklaşık 80 km. Dachau toplama kampı da Münih’e 20 km mesafede, yani yolumuz üzerinde. Ben ne kadar karşı çıksam da, 3 e karşı 1 oylama ile bütün itirazlarım reddediliyor ve kampa geliyoruz. Burası Nazi Almanya’sında 1933 yılında açılan, 33 farklı ülkeden 200 bin kişiden fazla mahkûmun olduğu, ilk düzenli toplama kampı. Giriş ücretsiz.



Gerçekten içeride insanlığınızdan utanıyorsunuz. Kamp terk edilmiş bir mühimmat fabrikası arazisine kurulmuş. O zamanlar kamp, kamp alanı ve krematoryum olarak iki ayrı bölümden ve 32 barakadan oluşuyormuş. Şu an ise 2 adet baraka içerisinde sağlı sollu hücreler, müzeye dönüştürülmüş bir bina, kilise ve krematoryum var.



Diğer nazi kamplarında olduğu gibi burada da, yeni ilaçların hastalar üzerinde denendiği deneyler, tüberküloz ve hipotermi deneyleri, basınç odalarında yüksek irtifa deneyleri, aç ve susuz yaşamanın etkilerinin araştırıldığı deneyler gibi sonunda birçok kişinin öldüğü veya sakat kaldığı deneyler esirler üzerinde yapılmış.
Kaçışları engellemek için kampın etrafı elektrikli teller, hendekler ve gözetleme kulelerinin olduğu duvar ile çevrilmiş. 1945 yılında Amerikan kuvvetleri kampı dağıtmışlar, Dachau'ya geldiklerinde 30 vagon dolusu cesetle karşılaşmışlar. Aradan geçen 15 yıldan sonra,1960 yılında burası bir müzeye dönüştürülmüş. Burnumuzda krematoryumdan kalan yanık kokusu ve inanılmaz bir mide bulantısı ile gezimizi tamamlıyoruz.

Bu kasvetli havadan çıkıp, rotamızı Dünya’da ki en büyük ve önemli festivallerden biri olan her yıl yaklaşık 6 milyon kişinin geldiği, eylül ayının ortalarında başlayıp, iki hafta devam eden Münih'de ki Octoberfest’e çeviriyoruz.

Dönme dolaplar, hız trenleri, korku tünelleri ile burası devasa bir lunapark. İlk gözümüze çarpan yerel kıyafetleri ile gelen Almanlar. Kadınların giydiği kıyafetler “dirndl” erkeklerin giydiği kıyafetler ise “lederhosen” deniliyormuş.
Tavuk, balık, sosis, domuz ürünleri, makarna gibi birçok yiyecek alternatifi var, biralar mass denilen 1 litrelik bardaklarda servis ediliyor.
Devasa bira çadırları kurulu ve her bir çadırda Alman bando klasikleri ve Bavyera müzikleri çalınıyor. Değişik gruplar sahne alıyor. Bu bira çadırlarına internetten rezervasyon yaptırabiliyorsunuz. Bizim geliş saatimiz belli olmadığı için rezervasyon yaptıramadık ve çadırlara giremedik maalesef, sadece kapıdan bakmakla yetindik. Ancak rezervasyonunuz olmasa da açık alanda da bira içeceğiniz alternatif mekanlar bulunuyor.



Burası tam bir karnaval alanı, gerçekten çok eğleniyoruz. Münih’e kadar gelmişken bir de şehrin merkezi olarak bilinen Marienplatz’a gidiyoruz. Tarihi belediye binasının (Rathaus) bulunduğu, araç trafiğine kapalı, sokak sanatçıları ile dolu bu caddede birkaç tur atıyoruz.
Saatlerimiz gece yarısını bulduğunda Augsburg’da ki otelimize doğru yola çıkıyoruz.


11 Kasım 2015 Çarşamba

Dinkelsbühl

Yine romantik yol üzerindeki en sevimli, en güzel kasabalardan birindeyiz. 
Dinkelsbuhl, Rothenburg’dan yaklaşık 50 km mesafede. Taş döşeli sokaklardan, dükkan tabelalarına, sokak lambalarından, rengarenk evlere; surlar içerisinde iyi korunmuş bir ortaçağ kasabası.






Aracımızı park etmekte hiç zorlanmıyoruz, neredeyse merkeze kadar gelip yol kenarına bırakıyoruz. Diğer romantik yol kasabalarında olduğu gibi, girişte turist danışma bürosu var, buradan oldukça detaylı haritanızı alabilirsiniz. Ancak biz tüm romantik yol tatilimizde olduğu gibi burayı da sokaklarda dolaşarak kendimiz keşfediyoruz. Meydanda bir kahve molası ile birlikte en az 1 saatinizi ayırmanızı tavsiye ederim.






10 Kasım 2015 Salı

Rothenburg ob der Tauber

Würzburg’dan 60 km sonra romantik yolun en sevilen, en korunmuş ve en çok ziyaret edilen masal şehrine varıyoruz.

Wikipedia’da isminin anlamı aynen şöyle anlatılmış:
"Rothenburg" adı ile ilgili olarak, bazıları nehir ardı evlerinin çatılarında ki kırmızı renge atıfta bulunarak, Alman kelimelerinde, Rot (Kırmızı) ve Burg (kasaba, Ortaçağ müstahkem şehir) anlamına gelmektedir. Kısaca, Rothenburg ob der Tauber ismi Tauber nehri'nin üzerinde ki kırmızı kale anlamına gelmektedir.

Burada da otelimizi booking’den ayarladık. Yine önceliğimiz ücretsiz otoparkının olmasıydı. Bu sefer ek olarak bir de surların içinde yani tam merkezde konaklamak istedik. Hotel Gasthof zum Breiterle her iki yönüyle de çok iyi bir tercih oldu. Gecelik kahvaltı dahil 75 euro ödedik ve oldukça memnun kaldık.


Odamızın manzarası

Akşamüzeri buraya vardığımızdan otele yerleşip, kısa bir dinlenme sonrası, Belediye binasının önünde her akşam saat 8’de artık geleneksel hale gelmiş gece bekçisi turuna katılıyoruz. (Nightwatchman tour) 



Bunun için her hangi bir rezervasyona gerek yok. Akşam 8’de herkes meydanda toplanıyor, kişi başı ücreti 7 euro olan turun parası gezi sonunda gece bekçisi tarafından toplanıyor. Bu turda Rothenburg'u daha çok mistik hikayeler eşliğinde ve oldukça eğlenceli bir şekilde yürüyerek geziyoruz. Ancak bir çok hikayeyi kaçırmamak için iyi İngilizceniz olması şart yoksa bizim gibi bir çok yerde aval aval birbirinize bakabilirsinizTur yaklaşık 1 saat sürüyor. Saat 8-9’dan sonra neredeyse hayatın durduğu bu Alman kasabasında belki de en büyük gece eğlencesi bu. Gece bekçisi ortaçağ elbiseleri giymiş, elinde gaz lambası ile teatral yeteneği oldukça yüksek biri.




Biraz fikriniz olması için aşağıdaki 50 saniyelik youtube videosunu izleyebilirsiniz.

Akşam hayatın bu kadar erken bitmesine inat,  sabahta hayat bir o kadar erken başlıyor burada. Erken bitiyor derken hiçbir abartma yok, akşam 9’dan sonra yemek yemeği bırakın su alacak tek yer bulamayabilirsiniz. Biz de sabah erkenden başlıyoruz yürüyüşümüze zaten bir uçtan diğer uç toplasan 20 dakika sürüyor surların içinde. 





Rothenburg’un, diğer romantik yol kasabalarında da rastlayacağınız ancak en iyisinin burada olduğu söylenen yuvarlak schneeball adında, kartopu şeklinde kızgın yağda kızartılıp üzeri süslenen hamur tatlısı meşhur. Tam meydandaki pastaneden hemen bunun da tadına bakıyoruz. Tarçınlı, çikolatalı, değişik soslara bulayıp yiyebiliyorsunuz.

Yine merkezde ünlü noel mağazası Kathe Wohlfahrt’ın şahane bir mağazası var. İnsanın kendini kaybetmeden gezebilmesi pek mümkün değil. Buranın dışında da bir çok yerde küçüklü büyüklü oyuncakçılar, hediyelik eşya satan dükkanlar var Rothenburg’da.
Hiç plansız programsız haritasız tüm kasabayı girilmedik sokak bırakmayana kadar geziyoruz hayran hayran. Ara sokaklarda rastladığımız tüm pastanelere de girip, değişik şeyler denemeyi de ihmal etmiyoruz bu sırada. Gerçekten tatlılar nefis.

Kasabayı çevreleyen surların içerisinde bir de yürüyüş yolu var, bu yürüyüş yolunda eski şehri yukarıdan seyrederek yürüyüş yapmayı sakın ihmal etmeyin, inanın çok keyifli. Surların duvarlarında birçok isim ve o kişinin yaşadığı şehir yazıyor.  İkinci dünya savaşı sonrası azda olsa zarar gören kasabayı onarmak için bağış yapmış kişilerin isimleriymiş bunlar ve bağış yaptıkları miktara göre yükseklikleri değişiyormuş bu taşların.




Tüm sokakları parke taşlarla döşeli, gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel bu masal diyarında siz de kesinlikle 1 gece konaklayın ve hiç plansız programsız tüm sokakları keşfedin, bol bol fotoğraf çekin, gerçekten romantik yolun adını en çok hakeden yeri burası.






22 Ekim 2015 Perşembe

Würzburg

Romantik yolun ilk durağı olan Würzburg’a doğru yola çıkıyoruz. Heilderberg’den 164 km yolumuz var. Navigasyona Würzburg The Residence Palace yazıyoruz. Otopark sıkıntısı yaşamadan, Parkplatz Residenz oklarını takip ederek, sarayın otoparkına aracımızı 4 euro karşılığı park ediyoruz.
Residence Palace’ın bahçesi bile çok etkileyici, peyzaj şahane, sadece bahçeyi gezmek isterseniz ücretsiz. Saray UNESCO Dünya miras listesinde, dünyada tavana çizilmiş en büyük fresk burada.  Fresk sanatçısı Giovanni Battista Tiepolo adında Venedikli bir İtalyan.
Nisan ve Ekim ayları arası saat 09.00 – 18.00 arası
Kasım ve Mart ayları arası saat 10.00 – 16.30 arası ziyarete açık; son giriş kapanış saatinden 30 dakika önce
Giriş ücreti ise: 7,50 euro
Barok tarzda ki saray; birçok farklı milletten ressam, heykeltıraş ve mimar tarafından 18. Yüzyılda yapılmış, maalesef 2. Dünya Savaşı sırasında 16 Mart 1945’de ağır hava bombardımanından büyük yara almış ve harabeye dönmüş. Restorasyonu 1987’ye kadar devam etmiş.

Balthasar Neumann tarafından tasarlanmış devasa giriş merdiveninin tavanında,  Tiepolo’nun 18x30 metre ebatında ki freskini inceliyoruz hayran hayran. Gezegenler ve Kıtalar Alegorisi olarak adlandırılan freskte Apollo günlük işleriyle uğraşırken resmedilmiş. Onun etrafındaki tanrılar gezegenleri, figürler ise Amerika, Asya, Afrika ve Avrupa’yı temsil ediyormuş. Resmettiği hayvanların ise çoğunu hiç görmediğinden, filin kulaklarını ve hortumunu farklı; devekuşunun ayaklarını ise insan ayakları gibi resmetmiş. Bu arada bombardıman sırasında çatı zarar görmediğinden resimler orijinal.






Büyük salonları, geniş merdivenleri, heykelleri, freskleri, goblen tabloları, aynalı odası ile gerçekten olağanüstü bu saray. Aracımızı burada bırakarak merkeze doğru yürüyoruz. 



Media Markt gibi markalarında olduğu şehrin alışveriş caddesinden yürüyerek eski şehirde, görülecek yerler arasında 105 metre yüksekliğinde, Almanya’nın 4. Büyük katedrali olan Dom St. Kilian’a geliyoruz. Burası da bombardıman sırasında büyük darbe almış ve 1967’de yenilenmiş.

Noel zamanı, Noel pazarının da kurulduğu, şehrin meydanı Marktplatz’da şimdilerde belediye kütüphanesinin ve turizm danışma bürosunun olduğu sarı renkli bina Falkenhous. Buradan ücretsiz haritanızı alabilirsiniz. Onun dışında dilerseniz 3 euroya Würzburg Welcome Card satılıyor. Bu kartı alırsanız The Residence Palace girişinde 1 euro indirim yapılıyor; anlaşmalı hediyelik eşyacılardan %10 indirim hakkı kazanıyorsunuz; bazı şehir turlarında da sembolik indirimler yapılıyor vs.
Falkenhous’un hemen yanında da St. Mary Şapeli bulunuyor.

St. Mary Şapeli

Çok kısa bir yürüyüşle Alte Mainbrücke’ye geliyoruz. Burası eski şehri, kaleye bağlayan köprü. Her zaman var mı bilmiyorum ama biz gittiğimizde yol boyunca ve köprü üzerinde pazar kuruluydu. Würzburg aynı zamanda şarabı ve şarap bağlarıyla da ünlü. Köprü girişindeki cafelerden birinden 2,5 euroya şarabımızı alıyoruz ve Marienberg Kalesine karşı şarabımızı içiyoruz. Heilderberg’de de kaleyi gezdiğimiz ve artık yorulmaya başladığımız için kaleye gitmekten vazgeçiyoruz. Ve bu gece konaklayacağımız Rothenburg’a doğru yola çıkıyoruz.




19 Ekim 2015 Pazartesi

Heilderberg

Aslında Heilderberg romantik yol rotasında değil ama Almanya'nın en romantik kenti (Wege der Romantik) diye anılan, adına şarkılar yazılan bu şehri buraya kadar gelmişken görmemek olmazdı.

Burada kalacağımız oteli booking.com dan satın aldık. Araba park etmek için ek ücret ödemek istemediğimizden bizim için en önemli kriter ücretsiz otoparkının olmasıydı.
Otelimiz Türk bir ailenin işlettiği B&B Hotel Heilderberg.
Kahvaltı hariç iki kişilik oda için 66 euro ödedik. Otelden çok memnun kaldık, otele giriş saati 14.00’dan çok daha önce orada olmamıza rağmen bizi hiç bekletmediler, hemen odalarımıza yerleştik. Aracımızı şehirde nerede park edebiliriz, nereleri gezebiliriz, nerede yemek yiyebiliriz gibi tüm bilgileri Türkçe aldık ☺ İnternet hiç kesintisiz çalıştı. Gayet temiz, fiyat performans oranı yüksek otellerden biriydi. Ancak aracınız yoksa merkeze yürüyerek ulaşabileceğiniz bir mesafe de değil. Belki böyle bir durumda Altstadt yani eski şehir merkezinde ki otellerden birinde kalabilirsiniz ve hiç araç kullanma sorununuz kalmaz ama baştan uyarayım otel fiyatları epey yüksek.
Biz mis gibi bir uyku çektikten sonra, aracımızla merkeze indik, otopark sorunu hiç yok, her yer otopark, otoparkların çeşitli numaraları var ve buna göre yönlendirmeleri var.  7 numaralı parkhaus’a  6 saat aracımızı bıraktık ve toplamda 3,5 euro ödedik. Otoparktan çıkıp 5 dakika yürüyünce şehrin en meşhur caddesi olan Hauptstrasse’ye ulaşılıyor. Burası 1,6 km uzunluğuyla Avrupa’nın sadece yayalara ayrılmış en uzun caddesiymiş. Kafelerin, hediyelik eşya satan dükkânların bulunduğu yürümesi oldukça keyifli bir cadde. Caddenin sonuna doğru Marktplatz , kentin en eski meydanlarından biri, haftalık Pazar yeri olmasının dışında, geçmiş yüzyıllarda halka açık duruşmalara ev sahipliği yapmış, 1970 lerin sonunda sadece yayaların ulaşımına açık hale getirilmiş. Bazen klasik müzik konserlerinin de olduğu Gotik tarzdaki Holy Ghost Kilisesi de (Heiliggeistkirche) bu meydanda. Ortasındaki Herkül Çeşmesi ise 1706-1709 yılları arasında yapılmış, 30 yıl savaşları sırasında yerle bir olan şehrin yeniden inşasında gösterilen insanüstü çabayı simgeliyormuş.
Meydana oldukça yakın Hotel zum Ritter, adından da anlaşılacağı gibi halen otel olarak hizmet vermekte 1592 yılında inşa edilmiş, Alman mimarlık tarihinin, geç Rönesans döneminin en etkileyici  binalarından deniliyor, biz de pek etkilendik kendisinden ☺

Buradan nehre doğru yürüyüp, eski köprü ( Alte Brücke ) diye bilinen, Carl-Theodor Brücke’e geliyoruz. Buraya aşık oluyorum, Neckar nehri, şehri ikiye bölmüş, her yer yemyeşil, manzara muhteşem, boşuna Almanya’nın en romantik şehri denmiyor buraya. Köprüyü, eski kente bağlayan noktada bir de bronz maymun heykeli var, insanlar sıra olmuş, heykelle resim çektiriyorlar, tabii ki bizde eksik kalmadık, birbirinden anlamsız bir sürü maymun kafalı resmimiz oldu ☺



Subwayden aldığımız sandviçlerimizi Neckar nehri kıyısında yayılıp yedikten sonra, Heilderberg kalesine çıkmak için Bergbahnen denilen fünikülere biniyoruz. Eğer fırsatını bulursanız bu 50 kişilik fünikülerin en önüne oturun çünkü yukarı çıktıkça manzara çok güzel. Bu arada kalkış noktası Konmarktplatz’de, istasyon adı station Kornmarkt. Tam yanında da 12 numaralı otopark var.
Fünikülerin ilk durağı Heilderberg Kalesi, 13. yüzyıldan kalma kırmızı kum taşları kullanılarak yapılmış, 1764 yılında yıldırım çarpması sonucu  büyük oranda harap olmuş. Birçok alanda tadilat var. İçeride eczacılık müzesi ve dünyanın en büyük ahşap fıçısı var. Şehrin en güzel manzarası kaleden.  Kaleden, aşağıya yürüyerek iniyoruz, kesinlikle tavsiye ederim, oldukça keyifli bir yol.
Heilderberg Kalesi'nin manzarası
Kaleden iniş yolu

Yemek için Hauptstrasse’de bir İtalyan restoranına oturduk, daha doğrusu biz öyle sanıyorduk, oturduktan 5 dakika sonra anladık ki, sahibi, tüm çalışanlar ve aşçısı dahil Türk

Heilderberg’de bir de meşhur filozoflar yolu (Philosophenweg) var. Karl Thedor Brücke’den devam ettiğinizde oldukça yorucu yılanlı yol adında dik bir patikaya varılıyormuş, oradan devam ettiğinizde de filozoflar yoluna ulaşılıyormuş. Aslında bizim planlamamızda bu yolda vardı ancak Heilderberg’de her yeri o kadar sevdik ve o kadar fazla oyalandık ki, vaktimiz kalmadı. Buradan içine kaleyi de alan güzel Heilderberg fotoğrafları çekiliyormuş, haberiniz olsun

Bu arada Almanya’nın en eski üniversitesi Heilderberg Üniversitesi’de burada, dolayısıyla genç nüfus fazla şehirde.


Yazımın başında bahsettiğim; şarkıyı ( Ich hab'mein Herz in Heilderberg verloren = I lost my heart in Heilderberg ) youtube'dan güzel Heilderberg görüntüleri eşliğinde dinleyebilirsiniz. Tabii şarkıya dayanabilirsiniz :) 

https://www.youtube.com/watch?v=BY5UBz5JlTw







16 Ekim 2015 Cuma

Frankfurt

Berlin, Hamburg, Münih ve Köln'den sonra Almanya'nın beşinci büyük şehri olan Frankfurt’u da buraya kadar gelmişken az da olsa görelim istedik. Şehrin resmi adı Frankfurt am Main yani Main üzerindeki Frankfurt.
► Almanya’da Brandenburg eyaletinde Frankfurt isimli bir şehir daha varmış ◄


Avrupa’nın finans merkezi olarak geçen Frankfurt’ta,  genellikle bankalara ait olan gökdelenler her yerde. Bunlardan Commerzbank Tower Almanya’nın en yüksek gökdeleni (yükseklik 259 metre ) ama bence daha da önemlisi dünyadaki ilk ekolojik gökdelen olması.  Enerji tüketimini azaltmak için doğal bir havalandırma sistemi yapılmış, binadaki ofisler yapay aydınlatma ve havalandırmaya en az ihtiyaç duyulacak şekilde tasarlanmış. Eğer mimari yapılara ilginiz varsa her ayın son cumartesi günü ücretsiz turlar düzenleniyor. Web sitesinden bu turlarla ilgili bilgi alabilir, hatta rezervasyon yaptırabilirsiniz.


Frankfurt, yemyeşil bir şehir, 2011 yılında Dünyanın yaşam kalitesi en yüksek 7. Şehri seçilmiş. Sabah çok erken saatlerde burada olduğumuz için etraf oldukça sessiz ve tenhaydı. Araba ile şehri turladık. Sonrasında navigasyonumuza Römerplatz yazarak buraya en yakın yere aracımızı park ettik. 
Kentin tarihi meydanı Römer’de ki binalar 2. Dünya savaşında yıkılmış ve sonrasında aslına uygun olarak tekrar yapılmış. Bu rengarenk binalar bana  Brugge’ü anımsattı.
Binaların giriş katlarında hediyelik eşya dükkanları ve cafeler var. Adalet çeşmesi ve Nikolai Kilisesi de bu meydanda. Bir yazıda okumuştum; bu meydandaki çeşmelerde imparatorların tahta çıkma törenleri sırasında şarap akıtılırmış; bu geleneğin hala belirli zamanlarda devam ettiği ve turistlerin çok ilgisini çektiği söyleniyor.
Bu arada Frankfurt’un şarabı meşhurmuş, yalnız üzümden değil, elmadan yapılanı, Apfelwein denen bu içkiyi biz maalesef içemedik ama siz sakın denemeden dönmeyin. Meydana girmeden yan yana dizili büfelerden birinde kahvaltımızı yaptık. Zaten etraf Sosis ve bira satışı yapan büfelerle dolu. Erken saat olmasına rağmen açıklar. Bu arada bir çok evsiz, sokaklarda uyuyan insan dikkatimi çekti.Römer'den nehir tarafına doğru çok kısa bir yürüyüşle, Main üzerindeki en meşhur köprü olan Eiserner Steg Köprüsüne geldik. Burada sabah sporunu yapan, bisiklete binan insanları görünce içimiz açıldı. Avrupa'da bir çok köprüde olduğu gibi burada da aşk kilitleri takılı her yerde. Bir tarafı gökdelenlere, modern binalara, diğer tarafı tarihi binalara bakan köprüde bol bol fotoğraf çektik. En güzel Frankfurt fotoğraflarının bu köprüden çekildiği söyleniyor haberiniz olsun ☺

Bu köprünün altından her gün ilki 11.00’de ve sonuncusu 17.00’de olmak üzere Main Nehri tekne turları da yapılıyor. İki seçenek var 50 dakikalık veya 100 dakikalık; 50 dakikalık kişi başı: 8.95 euro; 100 dakikalık: 11.95 euro, 6-15 yaş içinse 4,95 euro ödüyorsunuz. Frankfurt kartı olanlara %20 de indirim varmış.

Köprüden geçildiğinde Frankfurt’un en hareketli, yapılacak şeylerin en fazla olduğu Sachsenhausen’e ulaşılıyormuş. Ama biz ulaşmadık ☺ Hem Frankfurt bizi çok etkilemediğinden hem sabah erken saatlerde burada bulunduğumuzdan ama en önemlisi Heilderberg’e bir an önce gitmek istediğimizden, yola koyulduk.

Frankfurt, Heilderberg arası 89 km.

Eğer sizin vaktiniz varsa ve alışverişe de meraklıysanız; birçok meşhur markanın ve şık kafelerin olduğu, trafiğe kapalı olan Zeil caddesine de gidebilirsiniz.

Turist danışma merkezleri havaalanında, ana tren istasyonunda ve Römer’de var, buralardan ücretsiz şehir haritanızı alabilirsiniz. Römer’de ki saat 09.30 – 17.30 arası açık.

Bir de son bir bilgi, Frankfurt havaalanı, dünyanın en yoğun havaalanlarından biri, olurda aktarmanızı buradan yaparsanız, yani yolunuz düşerse ve vaktiniz varsa şehir merkezine taksi ortalama 15 dakikada gidiyor ve 25 euro tutuyormuş bilginiz olsun. Bunun dışında terminal 1’den tren ile S-Bahn hattındaki S8 ve S9 trenleri ile Frankfurt şehir merkezindeki Tren istasyonuna (Hauptbahnhof ) gidebilirsiniz. Yalnız dikkat edin birde buradan diğer şehirlere giden trenler var. “S “ harfi ile gösterilen istasyondan bineceksiniz. Tren biletleri ise 3,55 euro ve merkeze yaklaşık 15-20 dakika sürüyor.